Hz. Muhammed (s.a.v.), doğmadan önce babasını, altı yaşında da annesini kaybetmişti. Annesinin ve babasının ilgisinden, şefkatinden, vereceği eğitimden yoksun kalmıştı. Ancak o, hayatının her döneminde olduğu gibi hem çocukluğunda hem de gençliğinde ahlaklı ve erdemli bir yaşam sürmüştü. Hz. Muhammed (s.a.v.), gelecekte peygamber olarak gönderilecek, içinde yaşadığı toplumu ve tüm insanlığı iyiliklere, gü- zelliklere, erdemli davranışlara davet edecekti. Böyle bir insanın olumsuz davranışlara ve özelliklere sahip olması düşünülemezdi. Rabb’imiz (c.c.) onu bu kutlu göreve en güzel şekilde hazırlayacaktı. Hz. Muhammed (s.a.v.) çocukluğundan itibaren üstün ahlaka sahip bir insandı. O, bütün güzel özellikleri kendisinde toplamıştı. Vefakârdı, sevgi ve saygıya önem verirdi. Kendisini yetiştiren, üzerinde büyük emekleri olan aile bireylerini çok sever, onlara saygıda kusur etmezdi. Aile büyüklerini kıracak, üzecek söz ve davranışlardan özenle kaçınırdı. Onlara her zaman iyi davranır, güzel sözler söyleyerek aile büyüklerinin gö- nüllerini almaya çalışırdı. Hz. Muhammed (s.a.v.) bir gün Medine’den Mekke’ye giderken Ebva’ya uğramıştı. Annesinin kabrini ziyaret etti. Ziyaret sırasında kabri eliyle düzeltti, üzüntüsünden ağ- ladı. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ağladığını gören Müslümanlar da ağladılar. Bu sırada niçin ağladığını soranlara Hz. Peygamber (s.a.v.), “Annemin bana olan şefkat ve merhametini hatırladım da ağladım.”1 cevabını verdi. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. Ali’nin (r.a.) annesi ve Ebu Talip’in eşi olan Fatıma’ya da hayatı boyunca iyi davranmış, saygıda kusur etmemişti. Onu sık sık ziyaret etmişti. Fatıma Hanım öldüğünde Hz. Peygamber (s.a.v.) “Annem öldü.” ifadesini kullanmıştı. Cenaze merasiminde bulunanlar, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ona karşı gösterdiği bu hürmet ve alakanın sebebini sormuşlar, Peygamberimiz (s.a.v.) “Ebu Talip’ten sonra bu kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan hiçbir kimse yoktur…” buyurmuştu. Onun ölümü karşısında üzüntüsünü şöyle belirtmişti: “O benim annemdi... Benim karnımı doyurur, saçımı tarardı.”
Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün otururken sütannesi ve sütkardeşi geldiler. Hz. Peygamber (s.a.v.) hemen ayağa kalkarak omuzlarına örttüğü şalının bir ucunu sütannesinin altına serdi. Hz. Peygamber (s.a.v.), sütkardeşini de önüne oturttu.1 Huneyn Savaşı’ndan sonra ele geçirilen esirlerin arasında Peygamberimizin (s.a.v.) sütkardeşi Şeyma da vardı. Hz. Peygamber (s.a.v.) onu yanına getirtti, hırkasını çıkardı ve yere sererek sütkardeşini onun üzerine oturttu. Çocukluk günlerini hatırlayarak duygulandı. Daha sonra çeşitli hediyeler vererek onu ailesinin yanına gönderdi.2 Hz. Peygamber (s.a.v.), dadısı Ümmü Eymen’i (s.a.) de çok sever, ona saygılı davranırdı. Ona, “Sen benim ikinci annem sayılırsın.” diyerek iltifat ederdi. Hz. Muhammed (s.a.v.) hayatının diğer dönemlerinde olduğu gibi çocukluk ve genç- lik yıllarında da hiçbir zaman kötülüklere yaklaşmadı. Ahlaka aykırı fiillerin işlendiği yerlerden hep uzak durdu. Hz. Muhammed (s.a.v.), kendisine vahiy gelmeden önce Arap Yarımadası’nda yaygın olan Yahudilik, Hristiyanlık ve Mecusilik gibi dinlerden hiç- birine inanmadı. Putlara tapan Mekkeli müşrikler arasında büyümesine ve yaşamasına rağmen putperestliğe de ilgi duymadı, putlara tapmad›. Putlar için kesilen kurbanlar›n etinden yemedi. Müşriklerin âdetlerinden uzak durdu. Resulullah’›n (s.a.v.) ahlak› Kur’an’d›. O şahs› için kimseye kin tutmaz ve intikam almazd›. Ne kötü söz söyler ne de kimseye kötülük etmek isterdi. İnsanlara kaba ve kırıcı davranmazdı.Hz. Muhammed’in (s.a.v.) en önemli özelliklerinden biri, adalete önem vermesidir. O, hayatının her döneminde hak ve hukuk konusunda duyarl› davranm›şt›r. Başkalar›n›n haklar›na sayg› konusunda çok titizlik göstermiş, hiç kimsenin hakk›na el uzatmam›şt›r. Hz. Muhammed (s.a.v.) kimsenin hakk›n› yemedi€i gibi insanlar›n hakk›n›n yenilmesine de karş› ç›km›şt›r. Peygamberimiz (s.a.v.) hak konusunda son derece duyarlıydı. O, ne kimsenin hakk›n› yer ne de kimseye hakk›n› yedirirdi. Hak ve adalet söz konusu olduğu zaman kesinlikle hat›r gönül dinlemezdi. Peygamberimizin (s.a.v.) gençlik döneminde bir gün bir tüccar, Mekke’ye satılık mal getirmişti. O dönemin ileri gelen kişilerinden biri olan Ebu Cehil, bu malları beğendi ve tüccarın yabancı olmasından yararlanarak malını ucuza satın almak istedi. Tüccarazarar edeceği bir fiyat önerdi. Tüccar bunu kabul etmeyince Ebu Cehil, Mekke’deki ağırlığını ve konumunu kullanıp satıcı kişiyi tehdit ederek malını zorla elinden aldı. Çünkü Mekke’deki herkes ondan korkar ve kimse onu karşısına almak istemezdi. Bunu bilen Ebu Cehil, kendinden emin bir şekilde evine gitti. Tüccar şaşırmıştı. Çaresizlik içinde ne yapacağını dü- şünürken birisi, “Muhammed’e git, o senin hakkını alır.” dedi. Tüccar, son çare olarak denileni yaptı ve başına gelenleri Hz. Muhammed’e (s.a.v.) anlattı. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.v.) hemen Ebu Cehil’in evine giderek ona seslendi. Karşısına çıkan Ebu Cehil’i, bu davranışı yüzünden uyardı. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bu cesur hareketi karşısında ne yapacağını bilemeyen Ebu Cehil, öylece tepkisiz kalakalmıştı. Adamın malının bedelini verdi. Olayı gören ve duyan Mekkeliler çok şaşırmıştı.